Mustafa İslamoğlu'na İlmî Reddiyeler

20/04/2011

Mustafa İslamoğlu’nun Yanlış Kuran Tefsiri

Filed under: Uncategorized — moskovazâde @ 2:50 am
Tags: , , , , , , , ,

Mustafa İslamoğlunun Hazırlamış Olduğu Kuran Meâl’indeki Vahim Hataları

Çoğu Kişinin Büyük Âlim bilip (!) peşinden koştuğu Mustafa İslamoğlu, Hazırlamış olduğu Kur’an Mealinde, Arap dili belağat ve gramerini bilmediğini ortaya koymuştur!

İslamoğlunun Mealinde 3000’e yakın, linguistik (Dil Bilimi) ve gramatik yanlışı vardır!

1) M. İslamoğlu, eski kadim tefsirlerin “ takdir ” metodunu eleştiriyor. Kelimelerin takdiri gerekseydi, Allah onları lâfzen ifade ederdi, diyor. Böyle bir eleştiri ve yaklaşım, Arap dilini ve dünya edebiyatlarını bilmemektir. Çünkü sözün akıcılığı, vurgusu ve güzelliği için bu kural, bütün dünya edebiyatlarında, özellikle îcaz ve i’caza dayanan Arap dilinde makbul ve müstahsen bir yöntemdir.

Evet Kur’an Arap Dili ve Edebiyatı çerçevesinde inmiş, ilahi bir manadır. Yoksa cümleleri bağlamından koparıp, sloganlaştırmak için değildir.

Bununla beraber, M. İslamoğlu, 19. ayette “ Allah onların nurunu gideriverir ” âyetinde “ Allah onların ( göz ) nurunu giderir ” diye takdir yapmıştır. İşin ilginç yönü, bu takdirin yanlış olmasıdır. Ayetin doğru meali şöyledir: “ Münafıkların reisi, kendilerini aydınlatmak için bir ateş yakar. Ateş onun etrafını aydınlatır aydınlatmaz Allah anında münafıkların aydınlığını giderir; onları içinde asla bir şey görmeyecekleri karanlıklar içinde bırakır. ”

2) “ Takva ” vikaye ( korunma ) kökünden gelen mübalağa mastarıdır. Tek başına gelirse insanın kendisini ( kalbini, ruhunu ) günahlardan, kötülüklerden koruması demektir. Allah kelimesi ile kullanıldığında “ kendinizi Allah’ın azabından koruyun ” şeklinde muzaf takdir edilerek mana verilir. Çünkü Allah’ın kendisinden korunmanın bir manası olmaz. İslamoğlu Efendi, 3/80 –81’de ve 23/51–53’te bu kuralı kullanarak doğru meal vermiştir.

Burada ise, “ İttekullah ” gibi terkipleri “ Allah’a saygı duyun ” diye çeviriyor. Muhammed Esed’den ve İzutsu’dan esinlenerek… Halbuki onlar da bu takdir kaidesini atladıkları için; ve bazı yanlış çevirilerin “ Allah’tan korkun ” diye çevirmelerinden yanlış yola girmişlerdir. Haliyle Batılıların işte bakın “ İslam korku dinidir ” olan propagandalarından çekindikleri için… Hülasa saygı manasına gelen takva kelimesi değildir. “ Haşyet ” kelimesidir. Halbuki 2/23. âyette “ itteku naren ” ateşten sakının, diye doğru çevirmiştir.

3) 2/2. ayette geçen “ lareybe fih ” deyimi bir yüklem iken, sıfat olarak çevrilmiştir. Meal içinde gramere bağlı kalmadan, yuvarlatma tarzında bu gibi yüzlerce cümle var. Bu da Kur’an’daki mucizevî yapıya uygun değildir. Ve “ Gerekçeli Meal ” ismine de uygun değildir.

4) 2/3. âyeti “ O muttakiler ki… ” diye çevirmesi gerekirken “ O hidayete erenler ki; ” çevirmiş. Bu da hem âyetin gramerine, hem de manasına aykırıdır. Çünkü bu iki cümlede demek istenilen mana şudur:

“ Muttakiler gayba iman etmek, namazı doğru kılmak, infak etmek, yeni ve eski bütün vahiylere inanmakla, kendilerini korumuş olurlar. ”

Ayrıca İslamoğlu, “ takva hidayetin sebebidir ” diyor. Tam tersine âyet diyor ki, “ Bu Kur’an hidayettir (yol gösterir). ” Bunun sonucu olarak insanlar şu gibi güzel ameller yapmakla kendilerini korumuş olurlar.

5) 2. âyette “ ilahi ” kelimesini takdir etmek “ la reybe ” yüklemini sıfat yapmak birkaç yönden yanlıştır.

a) Çünkü muhatap bu kitabın ilahiliğini bilse zaten kuşku duymayacak.

b ) Takdirsiz ve gramere uygun olarak âyetin meal ve manası şudur: “ Bu bir kitaptır. ( Bilgi ve yasalardır) Onda kuşkuya asla yer yoktur. Çünkü, özünü koruyan binlerle muttakiye yol göstermiştir.” Yani eğer Kur’an’da bir çürüklük olsaydı bu kadar güzel meyveler vermezdi. “ Çünkü şüpheli ağaçlar ürün ve meyvelerinden tanınırlar. ”

c) İslamoğlu, madem takdir kuralına karşıdır, “ belağata aykırı olarak ” yüzlerce kelimeyi neden âyetlerin içine serpiştirmiştir.

d) İslamoğlu “ Burada kuşku Allah’a ” yöneliktir, diyor. Hâlbuki o günkü Medine’de bulunan insanlar Allah’a inanıyorlardı. Demek bu iddianın tarihi bir dayanağı yoktur.

6) İslamoğlu 3. Notta dediği gibi; eğer fıtri olan takva duygusu hidayete götürüyorsa, o zaman Kur’an’ın hidayet ve rehberliğine ne ihtiyaç kalır, gibi paradokslar ortaya çıkar.

7) İslamoğlu “ Gayb ” terimini idraki aşan gerçekler, diye çevirmiştir. Hâlbuki burada, ruhani, uhrevi, metafizik gerçekler kastediliyor. Ve dinde insanın akıl ve idrakini aşan konular yoktur.

8) 2/6. ayette “ iman etmezler ” deyimi, “ iman etmeyecekler ” olarak çevirirse daha isabetli olur. Çünkü “ la ” gelecek olumsuzluk edatıdır.

9) 2/8. âyette “ Onlar kesinlikle inanacak özellikte değiller. ” mealindeki cümleyi “ Onlar müminlerle değiller ” diye çevirmek ve “ ba ” harfine maiyet manasını vermek, belağat ve grameri hiç bilmemek gibi bir şeydir.

Nitekim ayetle ilgili notun sonunda, doğru tefsir yapmıştır. Bu da bir yanlış ve bir doğrunun birbiriyle çelişmesidir.

10) 9. âyetin meali şöyledir: “ Münafıklar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışıyorlar. Fakat gerçekte ancak kendilerini aldatıyorlar. Ve kendi kuyularını kazdıklarının bilincinde değiller. ”

Burada İslamoğlu âyetin akıcılığına aykırı iki yanlış yapmıştır.

a) “ Allah’ın onların bu hilelerini ifşa edeceğinden farkında bile değiller ” diye çevirmiştir.

b ) “ Onlar farkında olmadan bu hileleri yapıyorlar ” gibi bir manayı hiç kimse vermemiş ki İslamoğlu böyle bir bahis açıyor, 5. Notta…

11) 12. ayetin doğru meali şöyle olmalı:

“ İyi bilinsin ki, onlar bozguncuların ta kendisidir. O kadar çok bozulmuşlar ki, bunun farkında bile olamayacaklar. ”

12) 13. âyette “ Sefihler ” kelimesi aklı hafif, az akıllı manasındadır. “ ahmaklar ” diye çevrilmesi tam isabetli değildir.

“ …gibi mi, inanıyoruz? ” şeklindeki meal ayetin ifadesine ve maksadına aykırıdır. Gerekçesi de yoktur. Münafıkların demek istediği şudur: “ Biz nasıl bu budalalar gibi inanalım? Biz zaten müminiz ” deyip Sahabelere taş atmaktır. Burada hata: “ fi’il–i muzarinin başına soru edatı gelince, geniş zaman manasını bırakıp sadece gelecek zaman manasına geldiğini bilmemektir. ”

13) 7. âyette “ Ve ” edatını “ İşte ” diye çevirmek; cümlede hasır edatı olmadığı halde, hasır (tekellik) manasını vermek; 13. âyette ilim kelimesini şuur ( farkındalık ) manasına çevirmek; 14. ayette inşa kipi olan “ Biz inanıyoruz ” kelimesini “ Biz inandık ” diye çevirmek;

Sh. 9’da “ Ela ” edatını Sahabeleri içine alacak şekilde “ muhatabın uyuyan ve uyuşan bilincini gösterir ” demek yanlıştır.

Çünkü burada uyarı edatının amacı, münafıkların pisliğini ve şeytanlıklarını dile getirmektir.

14) Sh. 9’da “ münafıkların şeytanları ” “ onların reisleri olabilir ”, demek eksik olur. Çünkü kesin mana zaten odur.

15) 14. âyette “ Biz onlarla sadece alay ediyorduk ” şeklinde geçmiş zaman kipi ile meal yanlıştır.

Çünkü, cümle–i ismiyedir. Ve geniş zaman ifade eder. İstihza gibi düşük seviyeli işlerin münafıkların her zaman temel karakteri olduğuna işarettir.

16. âyette “ Onlar doğru yolda olan kimseler değiller. ” şeklinde meal anlamsızdır. Doğrusu şöyle olmalı:

“ Münafıklar kârlı çıkarız, diye hidayete karşı sapıklığı satın aldılar. Ticaretleri kâr etmediği gibi, çıkış yolunu da bulamadılar. ” ( Hidayet yol bulma manasına gelir. )

16) Sh. 9’da 12. Notun bir anlamı yok. Çünkü, bu gibi benzetmeler ( ticari terminoloji ), zaten Arap dilinin doğal yapısıdır. Kur’an sadece bu gibi deyimleri daha beliğ bir şekilde kullanmıştır. Çünkü Kur’an’ın ilk muhataplarının çoğu tüccar idi.

Ayrıca Kur’an için “ dini olan ve dini olmayan alan ” gibi bir ayrım da söz konusu değildir.

Ticaret ve ticaret terminolojisi 7000 yıldır var. Dolayısıyla “ Bunu bu asrın idrakine söylemenin” manasını anlayamadım.

17) 17. âyetteki “naren” kelimesini “ meşale ” diye çevirmek de yanlıştır. Çünkü âyet, münafıkları “ çölde karanlıklar içinde kalıp etrafını aydınlatmak isteyen, bunun için ateş yakan şaşkınlara benzetiyor. ”

Ayrıca ateş, onların nifak ateşine de bakar. Dolayısıyla meşale, diye çevirmek yanlıştır.

18) “ Onlar ( hakikate ) dönemezler ” diye çevirmek de yanlıştır. Çünkü âyet, “ onların çıkış yollarını bulabilecek, geri dönecek imkânlarının da kalmadığını ” söylüyor.

Sh. 10’da 2. Nottaki bilgi yanlıştır. Âyetle alakası yoktur. Yani münafıkların tutuşturmak istediği ateş ( vahiy ve Kur’an ) değildir. Onların Kur’an’a karşı üretmek istediği yanlış fitne ve çareler ateşidir.

19) 23. ayette iki cümle yanlış çevrilmiştir. Doğrusu şöyledir:

“ Eğer bu şüpheniz, bir gerçeğe dayalı ise; Kur’an’ın bir suresinin benzerini getiriniz. Ve Allah’ın dışında şuheda ( merci, güvenli destek ve şahitler olarak kabul ettiğiniz ) güçleri de yardıma çağırın!. ”

* Âyette “ sıdk ” doğruya, gerçeğe dayanmak demektir. Sadık kişiye de bu ismin verilmesi yalana dayanmayıp, konuşmalarının gerçeğe uymasından dolayıdır.

* Şuhedayı da “ Allah dışındaki tanıdıklar ” olarak çevirmek gevşek ve mantıksız bir tercüme olur.

20) Sh. 11’de 5. Nottaki hadis yanlış çevrilmiştir. ( Aslına bakılsın! )

8. Nottaki endad’ı “ rakipler ” olarak; “ tec’alu ” kelimesini de tasarlamak olarak çevirmek de yanlıştır. Çünkü “ endad ” ( Allah gibi tapılan ve kabul edilen ) putlar demektir. Müfredatın deyimine göre “ nidd ” Kur’an’da benzerlik manasına binaen kullanılmıştır. Allah’ın benzeri olmayacağına göre, burada benzerlik tapma yönü demek olur. Ki, Kur’an’da geçen bütün yerlerde bu tapma manası var. Zaten âyetin başı “ ibadet edin ” diye gelmiştir. Evet, Allah’ın düşmanı olur. Ama Allah’ın rakibi olmaz.

“ Ca’l ” ise edinmek, yani put edinmek demektir. Tasarlama diye çevrilse, bu manayı vermez.

21) 25. âyette “ iman eden ve iman özelliğiyle tanınanlar ” manasındaki bir edebi deyimi ( ki, bu “ellezine ” edatının tam ifadesidir ) “ imana ulaşanlar ” diye çevirmek; “ imana ulaşıp da inanmayan nice kimseler var” olabileceğinden dolayı gevşek ve yetersiz bir çeviri olur.

22) Sh. 12’deki “ Amel–i Salih ” ile ilgili bilgiler bütünüyle yanlıştır. Çünkü:

Kur’an bu deyimi mutlak bırakmıştır. Ki, dine uygun yararlı bütün işleri kapsasın. Dolayısıyla Kur’an’ın her yerinde bütün yararlı işleri içerir. Ayrıca; Kur’an, nûzûl sürecine göre hiçbir ifadeyi ve temel kavramı değişik kullanmamıştır. Kur’an terminolojisinde evrimsel bir boyut yok. Yani, amel–i salih, ( yararlı işler ) küfür, günah, ifsad gibi ne kadar kötü eylem varsa onlara karşı olan eylemlerdir. Dolayısıyla ilimcilik oynayıp bu kelimeyi değişik nüanslara ayırmak ilmi olmaz.

Maalesef İslamoğlu, bu gibi zannî bilgileri mealin içine çokça idhal etmiştir. Mesela “ yararlı işleri ” ( imanla uyumlu iyilikler ) diye çevirmenin mantığını anlamış değilim.

Bu âyette “ her seferinde birbirine benzer fakat değişik olarak o rızık onlara sunulur ” mealindeki cümleyi “ Oysaki bu, o nimetlerin çağrıştırdığı belli belirsiz bir benzerlik ” şeklinde çevirip, Dücane Cündioğlu’nun deyimiyle anlamsız bir anlam vermek, cümlenin öznesini ve yüklemini göstermemek, acaba hangi gerçeğe dayanıyor, diye sormak gerekir…

23) 26. âyette “ haya etmeyi ” kaçınmak diye çevirmek yanlıştır. “ İman edenler, bu gibi misal vermenin hak olduğunu, kendilerini terbiye eden Rablerinin rububiyeti gereği olduğunu bilirler ” mealindeki evrensel bir bilgiyi “ iman edenler bilirler ki gerçek, Rableri katındandır ” diye, gramere ( zamiri atlayıp iki yüklemli cümleyi bir yükleme indirgemek şeklinde ) aykırı olarak âyeti manasız bir slogan yapmak, bence Müslümanlara büyük bir hakarettir.

“ Men yeşau ” tabiri Kur’anî bir kalıptır. Genellikle “ Allah istediğini saptırır, istediğini de hidayete erdirir ” şeklinde çevrilir. Fakat bu deyimin geçtiği yerlerde veya bir önce veya bir sonraki âyetlerde “ İnsanlar fısk veya doğru tercihte bulunduktan sonra, Allah, düzenli ve yasal meşietiyle onları ya saptırır veya hidayete erdirir ” bu âyette “ Allah fasıklardan ( yasal yaşamayanlardan ) başkasını saptırmaz, ” cümlesinde olduğu gibi, bir gerekçeye değinir. Bu gerekçeye dayanarak yasal ve haklı olarak ilahi meşiet vurgulanır. Bu yasal işler için determinizm olmasın, diye meşiet kelimesi seçiliyor.

Demek Kur’an’ın bütünlüğünü görmeyenler, meşiet ( yeşau ) kelimesinin “ yasal ilahi icraat ” manasına geldiğini bilmeyenler, ukalalık yapıp burada özneyi “ Allah’tan ” kişiye veriyorlar. Veya Mustafa İslamoğlu gibi bu fiil, çift öznelidir, diye bir çıkış arıyorlar. Halbuki bir fiilin çift özneli olması, 2×2’nin 6 etmesi gibi bir saçmalık olur.

Ayrıca burada öznenin kesin olarak Allah’a raci olduğunu gösteren 20’den fazla âyet vardır. Fihristten “ yeşau ” maddesine bakınız.

24) 28. âyette “ cansızken ” sıfatını; “ öldüren ”, “ dirilten ” fiillerini yanlış çevirmiştir. Fiiller gelecek zaman kipleridir, geçmiş zaman olarak çevrilmemeli! Son cümleyi de “ sonra Ona döneceksiniz ” diye çevirmek, hem gramere, hem üsluba daha uygun olur.

25) 29. âyetin meali ve ilgili notu çok güzeldir. Fakat “ Ve ” edatını “ nihayet ” diye çevirmek yanlıştır. Burada atıf illet manası içindir. Yani:

“ Allah yeri göğü her şeyi sizin için yaratmıştır. ( Bu yaratma ona zor gelmez. ) Çünkü O her şeyi bilendir. ” ( Yani bilgi, işi kolaylaştırır. )

26) 30. âyette “ bozgunculuk çıkaracak, kan dökecek ” gelecek zaman kipi iken fiilleri, “ fesad çıkaran, kan döken ” diye geçmiş zaman fiilleri olarak çevirmek yanlıştır.

İslamoğlu bu âyetle ilgili 2. Notta Rağıptan “ melek ” kelimesinin “ milak ” kelimesinden türediğini naklediyor. Halbuki Rağıpta böyle bir ifade yok. Ayrıca İslamoğlu, Rağıptan “ Her meleğin melaike olduğunu, fakat her melaikenin melek olmadığını ” özetle naklediyor. Haliyle Rağıptaki diğer ifadeler olmayınca bu cümle bir bilmece gibi kalıyor. Rağıbın izahına göre manası şudur:

“ Melek bir şeyi yönetmekle görevli olan ruhani varlıktır. Dolayısıyla her melek melaikedir. Fakat melaike daha çok ibadet ve zikir ve tesbih yapan ruhani varlıklar demektir. Onların maddi âlemden bir şeyleri yönetmesi gerekmez. Dolayısıyla her melaike melek değildir. ”

İslamoğlunun, temel kaynaklardan yaptığı alıntılarının çoğu kısa ve anlaşılmayacak niteliktedir. Mesela: Taha 15. âyetin notunda “ uhfiha ” kelimesinin zıt manalı olabileceğini söylüyor. Ve yanlış telaffuz ile okuyor; “ Ehfiyeha ” diye yazmıştır.

Halbuki zıt manalı deyince “ nerede ise ben kıyameti gizleyeceğim ” mealindeki âyeti “ nerede ise kıyameti gerçekleştirip açıklayacağım… ” şeklinde meal vermeliydi. Zaten doğru mana da bu ikincisidir. Çünkü kıyamet zaten gizlidir. İslamoğlu bu âyetteki “ ekâdu ” fiili için nakıs değil de “ tam ” olduğunu söylüyor. Halbuki bu gibi nakıs fiiller, haber aldıktan sonra “ tam ” fiil olma ihtimalleri kalmaz. Ki burada “ ekâdu uhfiha ” şeklinde haber almıştır.

27) 3. Nottaki “ Halife ” meful olarak bir başkasına vekâlet veren, deyimi manasızdır. Doğrusu “ başka birinin yerine halife yapılan ” olmalı. ( Müncide bakın. )

28) İslamoğlunun “ Âdem ” ile bütün insanlık kast edilmiş, diye izahı çok isabetlidir. Fakat bu bilgi yanında üç şeyi eksik bırakmıştır.

A) Halife ( Allah’ın yeryüzündeki vekili ) eril bir kelimedir. M. İkbal, Ali Şeriatı, Bediüzzaman gibi düşünürler, burada Âdem insanlığın, ruhani, ilmi, kültürel yönünü temsil eder. Ve ancak insan tür olarak Allah’ın yeryüzündeki icraatını yerine getiren bir halife olabilir, diyorlar. Bu manasıyla çoğulu Hulefa gelir. Dişil olma yönü de vardır. Bu yönüyle beraber çoğulu “ Halaif ” tir. “ Allah siz yeni nesilleri ( erkeğiyle kadınıyla ) geçmiş nesillerin halaifi yaptı ” mealindeki âyette olduğu gibi.

B ) “ Halk ” kelimesi etimolojik olarak şekillendirme demektir. “ Ca’l ” ise daha çok soyut eylemler için kullanılır. İşte buna göre, yaradılış ile ilgili deyimler eğer, biçimsel biyolojik yöne bakıyorsa “ Halaka ” fiili kullanılıyor. ( 7/11’e bakınız. ) Burada ( 2/30 ) iş, soyut bir eylem olduğundan, ( insan türünün yeryüzündeki hilafeti kastedildiğinden ) Ceale fiili kullanılmıştır. “ Ben bir halife edineceğim ” denmiştir. Dolayısıyla İslamoğlunun 4. notu faydalı bir bilgi vermiyor.

C) Madem İslamoğlu Âdemden maksat insan türüdür, diyor. Az da olsa bu biyolojik ve sosyolojik süreci anlatması ve gerekçelerini göstermesi gerekirdi. Fakat maalesef Sh. 16–18’deki notların çoğu birbiriyle çelişiyor. Kur’an ise çelişkilerden münezzehtir.

29) Âyet 32’deki “ Sen tek otoritesin! ” şeklindeki çeviri, Allah’ın kutsiyetini, sonsuzluğunu ifade etmiyor. Hocamız bu manalar için “ bu kelimeyi seçtim ” dese de mana öyle değildir. Âyet 33’teki secde, hizmet, itaat ve saygı manasındadır. “ Emre hazır olmak ” şeklinde çevirmek bu manaları vermez. Âyet 34’te aynı cümle içinde “ olmuştular ” ve “ oldu ” kelimeleri zaman açısından uyumlu değiller. Ayrıca “ olmuştular ” gibi mış–miş’li fiiller Kur’an’a ve ilahi hitaba yakışmaz.

Âyet 36’da “ yerleşme, karar kılma ” manasına gelen kelimeyi “geçici bir hayat alanı” olarak ve “ belli bir süre yaşamak ” manasına gelen kelimeyi de “ tadımlık bir haz ” diye çevirmek, sorumluca ve kelimelerin hakkını veren bir çeviri değildir.

30) İslamoğlu her halde Kur’an’ın çoğu yerde eşyanın bilinçli yapısına işareten “ akıllar ” için kullanılan “ hüm ” zamirini yanlışlıkla eşyaya değil de “ Esmaya ” yönlendirmiş; birçok ihtimalli manayı vererek işi kapalı bırakmıştır.

Evet, her şey bilinçli bir dosyadır. Eşyanın ( insan dilindeki kelimeler olarak ) isimleri ise, içlerindeki yazılım ve bilince göre verilmiş birer nişandırlar. Esma demek, Arapça kelimeler demek değildir. Allah’ın sonsuz varlığının eşyalar ve varlıklar olarak yansımasıdır. Yani her şey Allah’ın ismidir.

“ Hüm ” zamiri meleklere de raci olabilir. Çünkü melekler, eşyanın dayanağı olan bilinci temsil ediyorlar.

31) “ Âdemin algıladığı kelimeler ” ( 2/37 ) deyimi de; insanoğlunun doğal, sosyal ve dini olarak edindiği yasalar demektir. İnsanoğlu bu yasalarla yeryüzünde yaşam imkânını bulup eksiklerini kapatabilmiştir. “ Allah İbrahim’i kelimelerle ( yasalarla ) imtihan etti. O da onları tamamladı ( uyguladı ) ” âyetinde ve “ kelimetullahi hiyel–ulya ” âyetinde kelime, yasa ve şeriat manasına gelir. İşte dil, tarih ve realiteye uygun olan bu izahı, Sh. 15–16’daki 24–25. notlarla karşılaştırın, farkı ve eksikliği görürsünüz.

İslamoğlu birçok şeyi ihtimaller karanlığında bırakmakla, yani bir yandan evrimi ve Âdemin insan türünü temsil ettiğini söylüyor, öbür yandan “ Allah ilk insana dilleri öğretti. İlk insan, ilk peygamber Âdemdir ( Sh. 18, 25. Not ) ” gibi ifadelerle akılları karıştırıyor. Halbuki Kur’an’ın bir ismi “ Kitabun Munir ” dir. ( Aydınlatıcı kitap )

32) İslamoğlu, 38. âyetteki “ Bu cennet ortamından hepiniz inin dedik. Kesin olarak benden size bir rehberlik ( hidayet) gelecektir. ” mealindeki iki cümleyi “ Emrettik: oradan hep birlikte çıkıp inin! Fakat benden bir rehberliğin size ulaşması şarttır. ” şeklinde çevirmiştir.

Burada “ imma ”, “ ma ” edatını almış, muhakkak manasına gelen “ in ” den ibarettir. Şart edatı da olsa, Hocanın dediği gibi cevabı olmayan bir şart değildir. O zaman şöyle meal verilir: “ Benden size bir rehberlik gelince; kim ona uyarsa onlara ne korku vardır, ne de üzülürler. ”

33) Sh. 20 Not 3’te “ Huld ” kelimesi dünyaya ilişkin geldiği üç yerde “ inkâr, vehim ve red ” için kullanılır, diyor. Galiba demek istediği “ Huld ” ( ebedilik ) kavramı dünya hayatı ile ilgili kullanıldığında daima olumsuz manasıyla kullanılmıştır. Çünkü dünyada ebedilik yoktur.

İslamoğlu bazen bir âyetin bir veçhini, bir masadakını ele alıp mananın tümü olarak gösteriyor. Mesela:

Fatiha suresinde “ Mağdub ” kelimesinin manası Yahudilerdir. “ Dallin ” de Hıristiyanlardır, diyor. Halbuki böyle bir genelleme ehl–i kitapla ilgili yüz âyete aykırıdır. Bir kısım kadim müfessirlerin böyle bir tercihi ise, Yahudilerin fazlaca esbapperest olduğundan ve Hıristiyanların İsa’nın tabiatının anlaşılmasında boğulduklarından dolayıdır.

Nitekim B. Said Nursi, 30. Söz’de bu âyetteki “ mağdup ” lardan maksat, esbaba tapanlarlardır. “ dallin ” den maksat, tabiat ve madde içinde boğulanlardır, diyor.

İşte, İslamoğlu Müslümanların bu asırda materyalizme, paraya, dünya hayatına bağlanıp, ilahi gazap içinde kaybolduklarını dile getireceğine, onları uyaracağına, bundan maksat benim “ Yahudileşme Temayülü ” adlı kitabımda anlattıklarımdır, diye işi materyalize edip dünyevileştiriyor.

Sanmayın Fatiha suresinin mealinde sadece bu gibi yöntem yanlışlığı vardır. 20–30 tane daha tercüme ve notlandırma yanlışlığı, orada da var.

Bu son dönemde Ali Ünal Beyefendi de bir meal yazdı. Ortaçağın Ortodoks anlayışına uydurup cemaati dağılmaktan kurtarmak için 3000 âyeti tahrif etmiştir.

Daha önce modernite dinine girmiş olan Batılıları tatmin etmek için M. Esed de bu şekilde binden fazla âyeti tahrif etmiştir. Mustafa İslamoğlu, bu iki zat gibi Kur’an’ın metnini hepten göz ardı etmemiştir. Fakat yine de 3000’e yakın, linguistik ve gramatik yanlış içeriyor. Ayrıca okuyucuya sağlıklı bir yorum hakkı vermiyor. ( Bakara 102’ye bakınız. ) İnş döner tashih eder.

Numune olarak biz bu kadarıyla yetinelim.

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.